Pazartesi, Ekim 7

Slavoj Zizek: dünyanın en artiz filozofu değilim!






25 yıl kadar önce,  filozof Slavoj Zizek psikanaliz, Frankfurt okulu idealizmi ve 1979 yapımı hasılat rekoru kıran korku filmi ‘yaratık’ı zekice birleştirdiği kitabı İdeolojinin Yüce Nesnesi (1989) ile Sloven akademisinin entelektüel çıkmazını delip geçti ve ingilizce konuşan dünyaya damgasını vurmayı başardı.


Şimdilerde ise Zizek heryerde. Bu adı çıkmış, hırpani görünümlü, ‘radikal solcu’  filozof, alışılmadık bir şöhret haline geldi: Kült bir ikon ve Avrupa’nın uyuyan solunun ruhani lideri.  Zizek 50’den fazla kitap (sonuncusu ‘The Year of Dreaming Dangerously’) yayınladı ve bir çok belgesel filmde yer aldı. Ayrıca onun çalışmalarına adanmış bir gazete de ,‘International Journal of Zizek Studies’, mevcut. Zizek,  kendisi her ne kadar hoşlanmasa da ‘felsefenin Boratı’, ‘kültürel teorinin Elvisi’ ve ‘dünyanin en havalı filozofu’ olarak anılıyor.

Skype üzerinden alışılmadık ünlü Zizek’le buluşuyoruz. 


Daha önce sayısız röportaj verdiniz. Bu röportajda Zizek fenomenini ve fikirlerinizi konuşmayı umuyorum.
Tabi, nasıl istersen.

Son olarak Foreign Policy sizi 2012’nin 100 dünya düşünürü listesinde gösterdi.
Evet, ama en alt sıralarda.

Doğru, 92. sıradasınız. Sizce listede olmayı hak ediyor musunuz?
Hayır. İşkence yapsanız  bile çözülmem. Nezaketin gereğinin hayır demek olduğunu biliyorum.
Listede birinci sırada şu Burmalı kız yok muydu? Neydi adı?

Aung San Suu Kyi’den mi bahsediyorsunuz?
Evet.  Rencide etmek istemem kendisini ama bana açıklar mısın? Nasıl filozof ya da entelektüel kabul edildiğini anlamadım.

İyi ama, bu  bir ‘düşünür’ listesi , ‘filozof’ listesi değil.
Tamam, o zaman nasıl düşünür kabul edilebiliyor. Sadece Burma’ya demokrasi getirmeye çalışıyor. Evet, çok güzel bir şey ama bir amacı düşünce olarak kabul edemezsin. Evet, demokrasi! Herkes orgazm oluyor o halde mümkün olduğunca çok insana getirelim.
Düşünmek cidden zor sorular sormakla başlar. Mesela, demokratik işleyen bir sistemde neye karar verilir?

Geçenlerde, International Journal of Zizek Studies’e göz attım, ve…

Ben hiç bakmadım. Yemin ederim. Daha önce hiç bakmadım.

Peki, ne düşünüyorsunuz?
Editörü Paul Taylor’ la iyi arkadaşız. Bunun ona kariyerinde faydası olacağını düşünmüştü; ama ironik bir biçimde ona sadece bela getirdi. Gördüğün üzere, yaptığım berbat filmlerde de fark etmişsindir, asabi bir adamım. Kendimi ekranda görmeyi çekilmez buluyorum. Saldırgan ve arkadaşlarımın cevap vermem gerektiğini söylediği şeyler olmadığı müddetçe benimle ilgili yazılanları da asla okumuyorum.

Biraz utanıyorum, biraz da kendimi görmekten korkuyorum.

Evet bunu daha önce de söylemiştiniz. Hatta, gazetecilerin sizi komik göstermeye çalışmak gibi bir eğilimleri olduğundan da bahsetmiştiniz. Bu eğlenceli üslubunuzun sınırları ne merak ediyorum.

Neden böyle davranıyorum biliyor musun? Çünkü kendimi saf haliyle ortaya koyduğumda insanların beni sıkıcı bulacağından korkuyorum.

Biliyorsun, normalde oldukça depresif bir adamım. Etrafa baksana, Paris’teyim.

(bilgisayarını kaldırıp etrafı gösteriyor. basit bir yatak ve tek pencereli sade bir otel odası)

Gördün mü? Küçük bir otel odasındayım. Bir haftalığına evden kaçtım, ihtiyacım vardı. Burada, yemek için bir iki kere dışarı çıkmanın dışında odadayım. Sen ve yine Skype’tan konuştuğum bir arkadaşım haricinde de  kimseyle konuşmadım. Ve bu gerçekten çok hoşuma gidiyor.

En büyük korkum, olduğum gibi davrandığımda herkesin aslında görecek bir şey olmadığını fark etmesi. Bu yüzden sürekli bir şeyler yapıyorum, idare edin.

Aynı zamanda, reality showların da aynı sebepten dolayı çok sıkıcı olduğunu düşünüyorum. Çünkü insanlar kendileri gibi değil de kendilerinin aşırı sıkıcı ve aptal bir kopyası gibi davranıyorlar. İnsanlar neden bu showları izliyorlar anlamıyorum. Bence yasaklanmalı, hatta facebook ve twitter da yasaklanmalı. Sence de öle değil mi? Mesela, biliyorsun, benim bütün fotoğraflarım sadece resmi belgelerde.

Ama bu kendimi beğenmediğim anlamına gelmesin. Mesela, çalışmalarımı seviyorum. Teori için yaşıyorum, gerçekten. Utanmıyorum. Bu sol hümanist tavırdan nefret ediyorum: İnsanlar açlıktan ölüyor, Afrika’daki çocukların teori ne işine yarayacak? İddia ediyorum, bugün, bu işe yaramaz dedikleri teoriye her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. 



Yer aldığınız 2005 yapımı belgesel Zizek’i izlemediğinizi söylüyorsunuz. Geçenlerde izledim ve beni şok eden bir sahneye rastladım. Yönetmen Astra Taylor’ı mutfağınıza çağırıp dolaptaki çoraplarınızı gösterdiğiniz sahne.

Evet onun için de şok ediciydi. Ona çoraplarımı mutfağımda tuttuğumdan bahsetmiştim ve bana inanmamıştı. ‘Zizek’in postmodern fantezilerinden biri’ diye düşünmüştü. Ona ‘Tabi ki gerçek’ demek istedim.

Bazı aptallar, filmden kesilmiş bazı videolar hazırlıyorlar. Yatakta çıplak uzanarak - tabi ki belden üstüm- röportaj verdiğim videoyu hatırlıyor musun? Bazı aptallar ‘acaba ne mesaj vermeye çalıştınız orada’ diye soruyorlar.  Aptallık seviyesinde bir soru. Yönetmen bütün gün peşimdeydi- taciz anlamında peşimdeydi demek istiyorum. Köpek gibi yorulmuştum ve bana bir kaç soru daha sormak istiyordu. ‘Uyuyacağım artık, beş dakika daha çekebilirsin’ dedim. Bu sahne böyle ortaya çıktı.

İnsanlar da bakıp ‘acaba yarı çıplak bu haliyle bize ne mesaj vermeye çalışıyor’ diyor. Mesaj falan yok. Mesaj şu: yorgunluktan geberiyordum.

Ama sizin de yazılarınızda yaptığınız bu değil mi? Beyaz perdedeki yarı-çıplak adamı alıp, yarı çıplaklığın anlamıyla ilişkilendirmek….

Evet, doğru…

Şu mutfaktaki çorap meselesine geri dönelim. Eminim ki, bunu yönetmene göstermenin normal davranamayan şaşkın filozof imajını besleyeceğini anlamışsınızdır.

Aslında, beni tanıyan herkes planlı biri olduğumu bilir. Aşırı planlı biriyimdir. Dakikası dakikasına her şeyim planlıdır. Bu yüzden bu kadar çok şey başarabildim. Sayıca tabi, nitelikten bahsetmiyorum.

iyi eğitildim, her yerde çalışabilirim ve bunu orduda öğrendim.

Evet, yarı dağınık bir halim var çünkü kendim için pantolon gömlek gibi şeyler almayı utanç verici buluyorum. Bütün tişörtlerim farklı konuşmalardan hediye, çoraplarım 1. sınıf uçuşlarımdan. Kendimle pek ilgilenmiyorum.

Ama evim temiz olmalı, tam bir kontrol manyağıyım. Bu yüzden askerlik beni bayağı hayal kırıklığına uğrattı. Dağınık bir filozof olduğum ve disipline alışamadığım için değil.  Aksine, tüm o disiplin ve düzen görüntüsüne rağmen Yugoslav ordusu oldukça kaotikti ve hiç bir şey düzgün işlemiyordu. Ordunun bu kadar dağınık olması beni büyük hayal kırıklığına uğratmıştı.

Bir manastırda yaşamak isterdim.

Buradan devam edelim. ‘ben bir filozofum, peygamber değilim’ diyorsunuz. Ama bir çok takipçiniz  daha çok müritiniz gibi ve size peygamber gibi inanıyorlar. Neden sizce?

Ben de emin değilim aslında. Bir taraftan daha klasik marksist bir söylemim var:  Bu düzen böyle gitmez, devran bir gün dönecek….

Bir taraftan da tüm o politik doğrucu saçmalılardan nefret ediyorum. Bana yeni sömürgecilik  kavramından bahsetsen, yürü git derim. Bana göre yeni sömürgecilik ,beyaz liberallerin suçluluk hissini istismar ederek iyi batı üniversitelerinde kariyer yapmak isteyen bir grup zengin Hintlinin uydurduğu bir kavram.

Yani, yeni nesle postmodernizmin politik doğruculuk, cinsiyet çalışmaları gibi sonuçlarından paçayı kurtarmalarını mı öneriyorsunuz?

Evet, evet iyi olur.

Ama burada biraz megaloman olduğumu da söylemem gerekiyor. Kendimi İsa figürü gibi gördüğüm de oluyor: ‘Tamam, öldürün beni! Kendimi feda etmeye hazırım. Ama ülkümüz baki kalacak!’

Çelişkili ama halkı küçümsediğim bir tarafım da var. Ders vermeyi bu yüzden tamamen bıraktım. Öğrencilerle yan yana olmak kabus gibi. Her şeyi bildiğini zannedip soru sormak için kapına yığılıyorlar.


Ne kadar Avrupalı bir bakış…

Evet, Avrupa’ya özellikle de Alman otoriter geleneğine yakın hissediyorum. İngiltere zaten bitmiş. İngiltere’de öğrenciler lafını istediği yerde kesip soru sorabileceğini düşünüyor. Bana kalırsa bu hakaret.

Açıkçası, Amerika ve Kanada’yı daha çok beğeniyorum. Bazı açılardan, Avrupa’dan kat kat daha iyiler. Almanya ve Fransa’da mesela şu an entelektüel seviye düşmüş halde, özellikle de Almanya’da. Oralarda ilgi çekici bir şey olmuyor. Ama ABD ve Kanada’nın canlılığı şaşırtıcı. Örneğin Hegel çalışmaları… Avrupalılar Hegel’i anlamak istiyorsa Toronto, Chicago ya da Pittsburgh’a gitsinler.

Sizce Hegel populeriteniz hakkında ne düşünürdü?

Bana kalırsa bunu sorun etmezdi. Hatta, Fenomenoloji’nin sonunda bence, bir filozof olarak zamanın ruhunu yansıtırsanız populerite kaçınılmaz olur diye yazardı. İnsanlar gerçekten anlamasa bile üstelik. İnsanlar bir şekilde hissediyorlar. Aslında bu güzel bir diyalektik soru: Nasıl hissedebiliyorlar?




Sadık bir Lacancısınız. Eğer - psikanalist ve psikolog Jaques- Lacan yaşasaydı bu sizin için sorun  yaratır mıydı?

Kesinlikle. Çünkü tam bir oportunistti. Benim yaklaşımımdan hoşlanacağını sanmıyorum.  Lacan tamamen Hegel karşıtı.  Gerçi kendisi farkında olmasa da aslında Hegelci olduğunu düşünüyorum.

Popüler olmalarından hoşlanmadığınızı söylediğiniz kitaplarınızı  nasıl bir okuyucu kitlesini düşünerek yazdınız?

Yasak. Bu soruyu sorma. İlgilenmiyorum. Bir başka yasaklı soruda kendimi analiz edip etmediğim.  Kendime psikanaliz yapmak iğrenç bir düşünce bence. Muhafazakar katolikler gibiyim. Bence insan kendine ne kadar yakından bakarsa o kadar berbat şeyle karşılaşır. Bilmemek en iyisi.

‘Zizek’te de kişiliğimle ilgili bilgilerin yanıltıcı olması için elimden geleni yapmıştım.

Neden ki, sadece eğlence değil mi?

Çünkü hepsi geri zekalı. Tüm gazeteciler, yönetmenler… Rahatsız edici bir şey var. Beni yine yakaladın ama: Gerçekten umursamıyorsam neden yalan söylüyorum ki. Evet çelişkili bir şeyler var.

Arjantin’de evlendiğimde ne kadar rahatsız olduğumu biliyorsun. Herkes o düğün fotoğraflarını benim dağıttığımı düşündü, ama yok öyle bir şey.

O fotoğrafları ben de gördüm. Aşkı gereksiz bulan biri olarak bu fotoğraflarda daha çok zor bir işi halledip kurtulmuş gibi göründüğünüzü düşünüyorum.  Eşiniz, Arjantantinli model Analia Hounie,  uzun beyaz bir elbise giymiş ve elinde de buket tutuyor. Çok geleneksel değil mi?

Evet, ama fark ettiysen mutsuz görünüyorum. Hatta gözlerim bile kapalı. Psikotik bir kaçış. Hayır bu yaşanmıyor, aslında burada değilim.

Düğünde de bazı muzırlıklar yaptım.  Mesela organizasyon şirketi benden düğün müziğini seçmemi istemişti. Düğünde gelini öpeceğim sırada Shostakovich’in 10. senfonisinin 2. bölümü çalmaya başladı. ‘Stalin’in portresi’ olarak bilinen. Yeminlerimizi ettikten sonra da Schubert’in ‘Death and Maiden’i çalmaya başladı. Çocukça bir eğlence işte. Ama bütün düğün tam bir kabustu tabi.

O zaman düğünü eşiniz için yaptınız.

Evet, düğün onun hayaliydi.

Bununla ilgili yazılan bir kitap var. Yaklaşımından hiç hoşlanmıyorum. Laura Kıpnis’in ‘Against Love’ ı. Burjuva düzeninin son kalesi ‘Aşksız seks olmaz’ dır diyor. Judith Butler fikirleri bunlar: kimlik, yeniden yapılanma, bıdı bıdı...

Ben tam tersi olduğunu düşünüyorum. Bugün, tutkulu bir ilişki neredeyse hastalık olarak görülüyor. Birlikte olduğum kadın ya da erkeği gelip geçici görüyorum demek rahatsız edici bir şey gibi geliyor.

Bu yüzden, asla tek gecelik ilişkilere giremiyorum. İlişkiler becerilemese bile en azından sonsuzluk perspektifine sahip olmalı.

Judith Butler’ı bir tür karşı taraf olarak destekliyorsunuz. Defalarca da bahsettiniz kendisinden. Söylediklerini indirgeyip, çarpıtıyorsunuz sanki.

Evet ama kişisel olarak harika bir ilişkimiz var. Judith bir keresinde bana ‘Slavoj aptal bir kadın olduğumu düşünüyorsun herhalde’ demişti ben de ona ‘ Senin kadar Hegel seven birinin tamamen aptal olması mümkün değil’ dedim.

Kendinizi yakın hissettiğiniz tarihsel bir figür var mı?
 Robespierre. Belki biraz Lenin.

Gerçekten mi? Troçki değil mi?

1918-19’da Troçki Stalin’den daha sert bir devrimciydi. O dönemini gerçekten seviyorum. Ama 20’lerin ortalarında her şeyi berbat ettiği için onu hiç affetmeyeceğim. Çok aptal ve kibirliydi.  Ne yapmalıydı biliyor musun? Parti toplantılarına Fransız klasikleriyle,Fluebert, Stendhal,  gelip herkese ‘ ben medeni biriyim, şimdi dağılın’ demeliydi.

‘Daha çok düşünüp daha az yapmalıyız’ diyorsunuz ama kendinizi ‘en çok yapan adam’ Lenin ile özdeşleştiriyorsunuz.

Evet ama Lenin doğru şeyi yaptı. 1914’te her şey kötüye giderken, ne yaptı? İsviçreye’ye gitti ve Hegel okumaya başladı. 

kaynak: http://www.salon.com/2012/12/29/slavoj_zizek_i_am_not_the_worlds_hippest_philosopher/
çeviren: Nesrin Yumak

Hiç yorum yok: