Süreyya Tamer Kozaklı
30 Mart 1972’de Kızıldere’de öldürülen Mahir Çayan,
devrimci bir örgüt lideri, silahlı mücadeleyi savunan ve ardılı kuşakları
derinden etkilemiş politik bir çizginin kurucusu olmakla birlikte, genellikle
ilgili literatürün ihmâl ettiği ve bugün de yeniden keşfedilmeyi bekleyen
özellikleriyle zengin bir kuramsal mirası ardında bırakmıştır.
Bu mirasın
konturlarına işaret etmeye başlamadan önce, yukarıda dile getirdiğimiz
‘ihmâl’in nedenlerine kısaca değinmek yerinde olacaktır.
Bunun başında Türkiye solunda bir şeyi kuramsal miras
olarak değerlendirmenin asgari koşulları gelmektedir. Bu koşulların başında
Türkiye’de maalesef kuramsal olanın politik dolayımının zayıf olması karinesi
vardır. Öyle ki, politikleşmenin en belirgin ölçülerde yaşandığı dönemlerde
bile kuram politik olmaktan ziyade akademik bir dolayımın nesnesi olarak
görülmüştür. Kuramsal faaliyet yazmak, analiz etmekten çok, ‘okumak’ ve
‘aktarmak’ olarak tasavvur edilmiştir. Kuşkusuz bunun istisnaları vardır ve
ancak kural budur.
Bu durum Mahir Çayan için kuramsal mirasını bir yandan
görmezden gelerek, yok sayarak öte yandan var olan mirası Çayanist geleneğin
tekeline bırakarak süregitmiştir. Ne var ki, görmezden gelinen kuramsal mirasa
karşın geride kalan güçlü politik miras Mahir Çayan’ı gitgide muhayyel bir
figüre ya da 1 no’lu şehit konumuna yerleştirmiştir. Mahir Çayan önemli bir
devrimcidir, yiğit bir militandır, eski bir örgüt lideridir, zamanının
romantiğidir ama o kadardır işte!
Bu tarz değerlendirmeler Mahir Çayan üzerine yeniden
düşünmenin, onun birikiminden yeni keşifler devşirmenin önünde engel teşkil
etmiştir, etmektedir. Önce yaygın bir şekilde Sosyalist devrim - Milli
Demokratik Devrim tartışması ekseninde belirlenen konumuyla Mahir Çayan imgesini
gözden geçirmek gereklidir. Çünkü Çayan’ın MDD’ciliği hakkındaki yaygın yanlış
onun kuramsal mirasını MDD’ye indirgemek sonucuna yol açmıştır ki, bu vahim bir
yanlıştır. Sosyalist devrim – Milli Demokratik devrim tartışması Türkiye
solunda aslen bir toplumsal gelişme analizi farklılaşması olarak tezahür
etmiştir. Sorun memlekette ‘bildiğimiz manada’ sosyalist bir devrim için
gerekli amele sınıfının -kendinde yahut kendi için- zuhur, teşekkül ve inkişaf
edip etmediği ve dolayısıyla işbu
devrimin izleyeceği stratejinin ne olacağı sorunudur. Aslında tartışmanın her
iki tarafı da ülkenin toplumsal gelişme aşamasında anlaşabilseler diğerinin
yaklaşımın geçerli olacağını kabule hazır gibidir.
Mahir Çayan tartışmanın bu aşamasında elbette MDD yanlısı
bir tutum içerisinde olmuştur. Ne var ki, onun mirasını MDD’ci çizginin içinde
kalarak izlemek mümkün değildir. Bu noktada Çayan’ın hangi sınıfın esas gücü
(öncü sınıf, fiili öncü, devrimci sınıf) oluşturacağı konusunda geliştirdiği
işçi sınıfının ‘ideolojik’ ya da ‘subjektif’ öncülüğü kavramları ve gerilla
savaşının başlatılması sürecinde şehir gerillasını önceleyen yaklaşımı onu
klasik MDD yaklaşımının uzağında görmemizi sağlıyor. İşçi sınıfının subjektif
öncülüğü kavramı 1960-70 dönemi açısından, eski terimlerle ifade edecek
olursak, küçük burjuva halkçı-devrimci bir duyarlılığın Marksizmle
buluşabilmesinin yegâne yolu olarak görülebilir. Nitekim dönemin tartışmacıları
açısından Mahir Çayan’ın izlediği yol Narodnoya Volya’ya benzetilmiş ve küçük burjuva devrimciliği olarak
görülmüştür. Mahir Çayan’ı klasik MDD çizgisinin dışında ele almamızın ikinci
nedeni, sergilediği ulusal kurtuluşçu tutumun MDD yaklaşımından tamamen farklı
olarak bir antiemperyalist milli savaş yaklaşımının yerine, dünya konjonktürü
analizine dayalı (3. Bunalım Dönemi) yabancı ve yerli sermayenin iç içe geçtiği
bir hâl olarak ‘yeni sömürgeciliğe’ karşı onun bileşeni olmayanların yürüteceği
bir kurtuluş savaşı yaklaşımıdır. Mahir Çayan için aslında 3. bunalım döneminde
emperyalizm ve kapitalizm bir ve aynı şeylerdir ve antiemperyalizm basitçe bir
işgalcinin (çünkü yeni sömürgecilik analizi çerçevesinde işgal değil, gizli
işgal sözkonusudur) tasfiyesi sorunu olarak görülemez.
Mahir Çayan’ın önemli ölçüde mevcut solla tartışarak
geliştirmeye çalıştığı kuramsal çizgisi esasen onun devrimci tasarımının ana
hatlarını oluşturmuştur. Onun geleneksel sola yönelik beslediği öfke kendi
kavramsal setini kurmasının anahtarı olarak görülebilir bir bakıma. Bu noktada
Mahir Çayan’ı Latin Amerika devrimci demokrasi geleneği ile ilişkilendiren
dolayımdan söz etmek gerekir. 1960lar
boyunca Latin Amerika’da Küba Devrimi’nin de sağladığı itkiyle gelişen
gerillacı gelenek de önemli ölçüde bu ülkelerdeki müesses solun eleştirisi
temelinde kendi çerçevesini kurmuştur. Bu eleştirinin çıkış noktasını önemli
ölçüde geleneksel solun Küba devrimine ilişkin ‘mesafeli’ tutumu oluşturur.
Küba devrimi hakkında yazdıkları açısından Brezilyalı gerilla önderi Carlos
Marighella ile Mahir Çayan’ın geleneksel sola yönelik eleştirisi neredeyse
aynıdır: “Emperyalizmin ölüm saatlerinin yaklaştığı bu
III. genel kriz döneminde, Marksist-Leninist hareket, yeni oportünizmin iddia
ettiği gibi, Castro-Guevara çizgisine karşı verilecek olan mücadele ile değil,
modern revizyonizmin şehirlere öncelik tanıyarak, kırlara ikinci dereceden önem
veren, köylülerin giderek "Köylü" halkların devrimci potansiyelini
küçümseyen "sol", işçi sınıfının dışında sosyalizme geçişi mümkün
görerek barış içinde bir arada yaşamayı savunan sağ çizgilerine karşı, neo-troçkist,
neo-blankist... kısaca her çeşit sağ ve "sol" sapmalara karşı
verilecek mücadeleler ile güçlenecek ve emperyalizmi çökertecektir.
Castro-Guevara ve bütün Latin Amerika'lı proleter devrimcilerini "sol
oportünist" ilan eden
ağızlar bütün ülkelerin pasifistleridir!” (M. Çayan, Yeni Oportünizmin
Niteliği Üzerine, Aydınlık Sosyalist Dergi, sayı 20, 1970)
Üstelik
Mahir Çayan açısından geliştirilmeye çalışan bu yeni devrimci çizginin esin
kaynakları araştırmacılar tarafından keşfedilecek bir ilişki olmanın ötesinde
bizzat kendisi tarafından dile getirilmiştir: “Şimdi
Ekim İhtilalinin deneyine ilaveten, Çin'de, Doğu Avrupa Sosyalist
ülkelerindeki, Kore , Vietnam ve Küba'daki devrimci
deneyler mevcuttur”. Burada Çayan’ın yaklaşımı esasen geleneksel solun
sosyalist devrim stratejisine sıkıştırılmış ajandasını reddetmeye dayalıdır. Bu
ajandayı Mahir Çayan da Latin Amerika’daki benzerleri gibi eylemsizlik hâli,
pasifizm olarak görmüştür: “Bütün ideolojik ayrılıkların temeli (…), devrim
isteyip istememeye değil, (çünkü sosyalist geçinen herkesin subjektif niyeti
genellikle devrimin olması doğrultusundadır) devrim yapmak için yola çıkmaya,
savaşmaya cesaret edip edememeye dayanır. İşte bu yüzden, "devrim için savaşmayana sosyalist
denemez."” O zamana kadarki sosyalist toplum tahlillerine ve devrim
modellerine damgasını vuran determinist anlayışa karşı volontarist etmene vurgu
yapmak, Mahir Çayan’ın yolunu açtığı kopuşun kilit unsurlarındandır.
Mahir
Çayan düşüncesine ilişkin buradan varabileceğimiz bir ara sonuç daha var. Bu
Marksist-Leninist terminoloji etrafında yürüttüğü tartışma üslûbuna karşın,
Çayan’ın sergilediği adlandırma ve kavramsallaştırma zenginliğidir. Yer yer hiç
anlaşılamamasına da yol açan, zaman zaman kavramları alabildiğine esnek
kullanma, zaman zaman kendi geliştirdiği yaklaşımları adlandırma ve bazen de
açıkça yeni bir kavram önerme tarzı Türkiye solu açısından yenidir. Yukarıda
bir kısmından söz ettiğimiz bu kavramlar sıralanacak olsa ‘subjektif öncülük’,
‘yeni sömürgecilik’, ‘3. genel bunalım dönemi’, ‘gizli işgal’, ‘açık-kapalı
faşizm’, ‘suni denge’, ‘politikleşmiş askeri savaş stratejisi’, ‘oligarşik
dikta’, ‘öncü savaşı’, ‘evrim-devrim içiçeliği’ gibi geniş bir set oluşturur.
Marksizm-Leninizmin kendisinin değil de en azından terminolojisinin hegemon
olduğu dönemin Türkiye’sinde bu denli geniş kavramsal arayışların bizzat ilgili
terminolojinin içinden ortaya çıkarılması çarpıcıdır.
Bu
anlamıyla Mahir Çayan’ın kavramsal olana müdahelesi kitabi bir teorik kurgunun
izlenmesinden ziyade ‘pragmatik’ bir nitelik taşır. Bu pragmatik tutumun ona
sağladığı en önemli şey, artık iyice lafazanlaşmış ve spektaküler bir hâl almış
olan Marksist Leninist jargonun içinden pek de çıkmadan hatta onu bir hayli kullanarak
zengin bir dünya ve Türkiye tasvirine ulaşabilmesi olmuştur. 1960’lar ulusal kurtuluşçuluğunun devrim
programını, Türkiye (ve yeni yarı sömürge ülkeler) özgülünde yeniden inşa itme
girişimi de bu pragmatizmin izini gösterir. Emperyalizme dair geliştirdiği, bir
yandan sömürgecilik tarzının dönüşümüne ilişkin ekonomi politik ve diğer yandan
yeni sömürgelerde emperyalizmin ajanı olarak hüküm süren oligarşik yapılar
saptamasıyla politik analizleri içeren 3. Bunalım Dönemi kavramsallaştırması
Türkiye solu açısından hâlâ üzerinde düşünülmeyi gerektiren imalar taşır.
Çayan'ın
kuramsal çerçevesi 'bir eylem klavuzu olarak teori' anlayışı etrafında
şekillenmiş bir aktivizm manifestosudur. Bu manifestonun merkezini de ona özgü
'halk' nosyonu oluşturmaktadır. Çayan'ın halk hakkındaki imgelemi Türkiye
soluna hiç de yabancı olmayan, halkı zavallılaştıran, salt zûlüm altında
inleyen, kendi kurtuluş potansiyelinin ayırdında olmayan ve ancak sosyalistler
tarafından kurtarılmaya muhtaç ezilen kitleler fikrinin reddi üzerinden
gelişmiştir. Burada Çayan'ın kendi özgüllüğünü oluşturan kavram 'suni
dengedir'. Suni denge, oligarşi ile halk kitleleri arasında düzenin
hegemonyasını tesis ettiği, bir yanıyla halkın mevcut sistem içerisinde gönenme
imkanlarını imâ eden ,
barındıran ve halkın sisteme katılabileceği kanallar üreten; öte yanıyla mevcut
düzenin yıkılamaz olduğunu, oligarşinin cihazı olarak devletin galebe
çalınamazlığını vazeden tümleşik bir toplumsal
durumdur. Aslında halk nihaî olarak mevcut düzenin çıkmazlarını görmekte ve
ondan ender olarak medet ummaktadır; ne var ki onun değiştirilmesini, alaşağı
edilmesini de mümkün görmemektedir. Suni dengenin tesisinin oligarşi tarafından
zorlaştığı dönemlerde ülkenin yapısal rejimi açık faşizme meylederken, dengenin
tesisi ile birlikte rejim Çayan'ın
'gizli faşizm' olarak adlandırdığı kılığına bürünür.
Mahir
Çayan'ın 'cephe' adını verdiği ve önemli ölçüde kaynağını Latin Amerika'da ve
özellikle Castro ve Marighella'nın yaklaşımlarında bulan örgütsel önerinin
arkasında da sözü edilen dengenin bozulması için yine bizatihi proleter
devrimciler ile birlikte oligarşiye karşı savaşabilecek ve düzeni değiştirmeye
kararlı halk unsurlarını içerme arzusu yatmaktadır. Cephe'ye üye olmanın koşulu basittir ve
ideolojik değildir; 'oligarşi ile savaşmaya kararlı olmak'.
Bunun
ötesinde eklenmesi gereken ‘farklı’ bir Mahir yorumu da bugün Kürt hareketinin
sahip çıkmaya çalıştığı Mahir Çayan imgesi etrafında şekillenmiştir. 1982’de
Eruh baskını ile başlatılan süreç bir çok yorumcu tarafından Mahir’in ‘öncü
savaşı’ anlayışı çervesinde yorumlanmıştır. Bu önemli ölçüde sonuçları
itibariyle yapılmış bir yorum olarak Kabul
edilebilir. Elbette PKK’nin de özellikle 1990’lara doğru parti örgütlenmesini
cephe örgütlenmesine doğru genişletme çabaları olmuştur, ve askeri önderlik ile
siyasi önderliğin birliği ilkesi onlar içinde geçerli olmuştur. Son zamanlarda
ilgili çevrelerin Mahir Çayan’ın Kürt meselesine bakışı(Sorunun Misak-ı Milli
sınırları dahilinde çözümünün mümkün olmadığı vb.) ile ilgili yorumları ise
aşırıdır ve önemli ölçüde tarihe yönelik bir duygusallığın izlerini
taşımaktadır. Ancak hemen teslim edilmesi gerekir ki, Mahir Çayan’ın hem
kuramsal ve hem de politik mirası Türkiye solu için açık bir kaynak özelliğinden
yoksundur.
Bunun
en önemli nedeni kavramsal katkılarının eleştirel bir analizi yerine onun öncü
savaşı ve silahlı mücadele nosyonlarının merkeze alınması hatta Çayan’ın
bunlara indirgenmesi olmuştur. Oysa Mahir Çayan’ın mirası popüler demokratik
bir devrimci siyaset için gerekli ve yeniden keşfedilmeyi, icat edilmeyi
bekleyen muazzam bir kavramsal zenginlik arzetmektedir.
* Yazı ilk kez Modern Türkiye'de Siyasi Düşünce Cilt 8 / Sol İletişim Yayınları'nda yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder