Cuma, Mart 28

Mahir Çayan’ın Düşüncesi...

Süreyya Tamer Kozaklı
30 Mart 1972’de Kızıldere’de öldürülen Mahir Çayan, devrimci bir örgüt lideri, silahlı mücadeleyi savunan ve ardılı kuşakları derinden etkilemiş politik bir çizginin kurucusu olmakla birlikte, genellikle ilgili literatürün ihmâl ettiği ve bugün de yeniden keşfedilmeyi bekleyen özellikleriyle zengin bir kuramsal mirası ardında bırakmıştır.
Bu mirasın konturlarına işaret etmeye başlamadan önce, yukarıda dile getirdiğimiz ‘ihmâl’in nedenlerine kısaca değinmek yerinde olacaktır.

Bunun başında Türkiye solunda bir şeyi kuramsal miras olarak değerlendirmenin asgari koşulları gelmektedir. Bu koşulların başında Türkiye’de maalesef kuramsal olanın politik dolayımının zayıf olması karinesi vardır. Öyle ki, politikleşmenin en belirgin ölçülerde yaşandığı dönemlerde bile kuram politik olmaktan ziyade akademik bir dolayımın nesnesi olarak görülmüştür. Kuramsal faaliyet yazmak, analiz etmekten çok, ‘okumak’ ve ‘aktarmak’ olarak tasavvur edilmiştir. Kuşkusuz bunun istisnaları vardır ve ancak kural budur.

Bu durum Mahir Çayan için kuramsal mirasını bir yandan görmezden gelerek, yok sayarak öte yandan var olan mirası Çayanist geleneğin tekeline bırakarak süregitmiştir. Ne var ki, görmezden gelinen kuramsal mirasa karşın geride kalan güçlü politik miras Mahir Çayan’ı gitgide muhayyel bir figüre ya da 1 no’lu şehit konumuna yerleştirmiştir. Mahir Çayan önemli bir devrimcidir, yiğit bir militandır, eski bir örgüt lideridir, zamanının romantiğidir ama o kadardır işte!


Bu tarz değerlendirmeler Mahir Çayan üzerine yeniden düşünmenin, onun birikiminden yeni keşifler devşirmenin önünde engel teşkil etmiştir, etmektedir. Önce yaygın bir şekilde Sosyalist devrim - Milli Demokratik Devrim tartışması ekseninde belirlenen konumuyla Mahir Çayan imgesini gözden geçirmek gereklidir. Çünkü Çayan’ın MDD’ciliği hakkındaki yaygın yanlış onun kuramsal mirasını MDD’ye indirgemek sonucuna yol açmıştır ki, bu vahim bir yanlıştır. Sosyalist devrim – Milli Demokratik devrim tartışması Türkiye solunda aslen bir toplumsal gelişme analizi farklılaşması olarak tezahür etmiştir. Sorun memlekette ‘bildiğimiz manada’ sosyalist bir devrim için gerekli amele sınıfının -kendinde yahut kendi için- zuhur, teşekkül ve inkişaf edip etmediği ve dolayısıyla  işbu devrimin izleyeceği stratejinin ne olacağı sorunudur. Aslında tartışmanın her iki tarafı da ülkenin toplumsal gelişme aşamasında anlaşabilseler diğerinin yaklaşımın geçerli olacağını kabule hazır gibidir.

Mahir Çayan tartışmanın bu aşamasında elbette MDD yanlısı bir tutum içerisinde olmuştur. Ne var ki, onun mirasını MDD’ci çizginin içinde kalarak izlemek mümkün değildir. Bu noktada Çayan’ın hangi sınıfın esas gücü (öncü sınıf, fiili öncü, devrimci sınıf) oluşturacağı konusunda geliştirdiği işçi sınıfının ‘ideolojik’ ya da ‘subjektif’ öncülüğü kavramları ve gerilla savaşının başlatılması sürecinde şehir gerillasını önceleyen yaklaşımı onu klasik MDD yaklaşımının uzağında görmemizi sağlıyor. İşçi sınıfının subjektif öncülüğü kavramı 1960-70 dönemi açısından, eski terimlerle ifade edecek olursak, küçük burjuva halkçı-devrimci bir duyarlılığın Marksizmle buluşabilmesinin yegâne yolu olarak görülebilir. Nitekim dönemin tartışmacıları açısından Mahir Çayan’ın izlediği yol Narodnoya Volya’ya benzetilmiş ve küçük burjuva devrimciliği olarak görülmüştür. Mahir Çayan’ı klasik MDD çizgisinin dışında ele almamızın ikinci nedeni, sergilediği ulusal kurtuluşçu tutumun MDD yaklaşımından tamamen farklı olarak bir antiemperyalist milli savaş yaklaşımının yerine, dünya konjonktürü analizine dayalı (3. Bunalım Dönemi) yabancı ve yerli sermayenin iç içe geçtiği bir hâl olarak ‘yeni sömürgeciliğe’ karşı onun bileşeni olmayanların yürüteceği bir kurtuluş savaşı yaklaşımıdır. Mahir Çayan için aslında 3. bunalım döneminde emperyalizm ve kapitalizm bir ve aynı şeylerdir ve antiemperyalizm basitçe bir işgalcinin (çünkü yeni sömürgecilik analizi çerçevesinde işgal değil, gizli işgal sözkonusudur) tasfiyesi sorunu olarak görülemez.

Mahir Çayan’ın önemli ölçüde mevcut solla tartışarak geliştirmeye çalıştığı kuramsal çizgisi esasen onun devrimci tasarımının ana hatlarını oluşturmuştur. Onun geleneksel sola yönelik beslediği öfke kendi kavramsal setini kurmasının anahtarı olarak görülebilir bir bakıma. Bu noktada Mahir Çayan’ı Latin Amerika devrimci demokrasi geleneği ile ilişkilendiren dolayımdan söz etmek gerekir.  1960lar boyunca Latin Amerika’da Küba Devrimi’nin de sağladığı itkiyle gelişen gerillacı gelenek de önemli ölçüde bu ülkelerdeki müesses solun eleştirisi temelinde kendi çerçevesini kurmuştur. Bu eleştirinin çıkış noktasını önemli ölçüde geleneksel solun Küba devrimine ilişkin ‘mesafeli’ tutumu oluşturur. Küba devrimi hakkında yazdıkları açısından Brezilyalı gerilla önderi Carlos Marighella ile Mahir Çayan’ın geleneksel sola yönelik eleştirisi neredeyse aynıdır: “Emperyalizmin ölüm saatlerinin yaklaştığı bu III. genel kriz döneminde, Marksist-Leninist hareket, yeni oportünizmin iddia ettiği gibi, Castro-Guevara çizgisine karşı verilecek olan mücadele ile değil, modern revizyonizmin şehirlere öncelik tanıyarak, kırlara ikinci dereceden önem veren, köylülerin giderek "Köylü" halkların devrimci potansiyelini küçümseyen "sol", işçi sınıfının dışında sosyalizme geçişi mümkün görerek barış içinde bir arada yaşamayı savunan sağ çizgilerine karşı, neo-troçkist, neo-blankist... kısaca her çeşit sağ ve "sol" sapmalara karşı verilecek mücadeleler ile güçlenecek ve emperyalizmi çökertecektir. Castro-Guevara ve bütün Latin Amerika'lı proleter devrimcilerini "sol oportünist" ilan eden ağızlar bütün ülkelerin pasifistleridir!” (M. Çayan, Yeni Oportünizmin Niteliği Üzerine, Aydınlık Sosyalist Dergi, sayı 20, 1970)

Üstelik Mahir Çayan açısından geliştirilmeye çalışan bu yeni devrimci çizginin esin kaynakları araştırmacılar tarafından keşfedilecek bir ilişki olmanın ötesinde bizzat kendisi tarafından dile getirilmiştir: “Şimdi Ekim İhtilalinin deneyine ilaveten, Çin'de, Doğu Avrupa Sosyalist ülkelerindeki, Kore, Vietnam ve Küba'daki devrimci deneyler mevcuttur”. Burada Çayan’ın yaklaşımı esasen geleneksel solun sosyalist devrim stratejisine sıkıştırılmış ajandasını reddetmeye dayalıdır. Bu ajandayı Mahir Çayan da Latin Amerika’daki benzerleri gibi eylemsizlik hâli, pasifizm olarak görmüştür: “Bütün ideolojik ayrılıkların temeli (…), devrim isteyip istememeye değil, (çünkü sosyalist geçinen herkesin subjektif niyeti genellikle devrimin olması doğrultusundadır) devrim yapmak için yola çıkmaya, savaşmaya cesaret edip edememeye dayanır. İşte bu yüzden, "devrim için savaşmayana sosyalist denemez."” O zamana kadarki sosyalist toplum tahlillerine ve devrim modellerine damgasını vuran determinist anlayışa karşı volontarist etmene vurgu yapmak, Mahir Çayan’ın yolunu açtığı kopuşun kilit unsurlarındandır.

Mahir Çayan düşüncesine ilişkin buradan varabileceğimiz bir ara sonuç daha var. Bu Marksist-Leninist terminoloji etrafında yürüttüğü tartışma üslûbuna karşın, Çayan’ın sergilediği adlandırma ve kavramsallaştırma zenginliğidir. Yer yer hiç anlaşılamamasına da yol açan, zaman zaman kavramları alabildiğine esnek kullanma, zaman zaman kendi geliştirdiği yaklaşımları adlandırma ve bazen de açıkça yeni bir kavram önerme tarzı Türkiye solu açısından yenidir. Yukarıda bir kısmından söz ettiğimiz bu kavramlar sıralanacak olsa ‘subjektif öncülük’, ‘yeni sömürgecilik’, ‘3. genel bunalım dönemi’, ‘gizli işgal’, ‘açık-kapalı faşizm’, ‘suni denge’, ‘politikleşmiş askeri savaş stratejisi’, ‘oligarşik dikta’, ‘öncü savaşı’, ‘evrim-devrim içiçeliği’ gibi geniş bir set oluşturur. Marksizm-Leninizmin kendisinin değil de en azından terminolojisinin hegemon olduğu dönemin Türkiye’sinde bu denli geniş kavramsal arayışların bizzat ilgili terminolojinin içinden ortaya çıkarılması çarpıcıdır.

Bu anlamıyla Mahir Çayan’ın kavramsal olana müdahelesi kitabi bir teorik kurgunun izlenmesinden ziyade ‘pragmatik’ bir nitelik taşır. Bu pragmatik tutumun ona sağladığı en önemli şey, artık iyice lafazanlaşmış ve spektaküler bir hâl almış olan Marksist Leninist jargonun içinden pek de çıkmadan hatta onu bir hayli kullanarak zengin bir dünya ve Türkiye tasvirine ulaşabilmesi olmuştur.  1960’lar ulusal kurtuluşçuluğunun devrim programını, Türkiye (ve yeni yarı sömürge ülkeler) özgülünde yeniden inşa itme girişimi de bu pragmatizmin izini gösterir. Emperyalizme dair geliştirdiği, bir yandan sömürgecilik tarzının dönüşümüne ilişkin ekonomi politik ve diğer yandan yeni sömürgelerde emperyalizmin ajanı olarak hüküm süren oligarşik yapılar saptamasıyla politik analizleri içeren 3. Bunalım Dönemi kavramsallaştırması Türkiye solu açısından hâlâ üzerinde düşünülmeyi gerektiren imalar taşır.

Çayan'ın kuramsal çerçevesi 'bir eylem klavuzu olarak teori' anlayışı etrafında şekillenmiş bir aktivizm manifestosudur. Bu manifestonun merkezini de ona özgü 'halk' nosyonu oluşturmaktadır. Çayan'ın halk hakkındaki imgelemi Türkiye soluna hiç de yabancı olmayan, halkı zavallılaştıran, salt zûlüm altında inleyen, kendi kurtuluş potansiyelinin ayırdında olmayan ve ancak sosyalistler tarafından kurtarılmaya muhtaç ezilen kitleler fikrinin reddi üzerinden gelişmiştir. Burada Çayan'ın kendi özgüllüğünü oluşturan kavram 'suni dengedir'. Suni denge, oligarşi ile halk kitleleri arasında düzenin hegemonyasını tesis ettiği, bir yanıyla halkın mevcut sistem içerisinde gönenme imkanlarını imâ eden, barındıran ve halkın sisteme katılabileceği kanallar üreten; öte yanıyla mevcut düzenin yıkılamaz olduğunu, oligarşinin cihazı olarak devletin galebe çalınamazlığını vazeden tümleşik bir toplumsal durumdur. Aslında halk nihaî olarak mevcut düzenin çıkmazlarını görmekte ve ondan ender olarak medet ummaktadır; ne var ki onun değiştirilmesini, alaşağı edilmesini de mümkün görmemektedir. Suni dengenin tesisinin oligarşi tarafından zorlaştığı dönemlerde ülkenin yapısal rejimi açık faşizme meylederken, dengenin tesisi ile birlikte rejim Çayan'ın  'gizli faşizm' olarak adlandırdığı kılığına bürünür.

Mahir Çayan'ın 'cephe' adını verdiği ve önemli ölçüde kaynağını Latin Amerika'da ve özellikle Castro ve Marighella'nın yaklaşımlarında bulan örgütsel önerinin arkasında da sözü edilen dengenin bozulması için yine bizatihi proleter devrimciler ile birlikte oligarşiye karşı savaşabilecek ve düzeni değiştirmeye kararlı halk unsurlarını içerme arzusu yatmaktadır.  Cephe'ye üye olmanın koşulu basittir ve ideolojik değildir; 'oligarşi ile savaşmaya kararlı olmak'. 

 Yazının başında Mahir Çayan’ın kuramsal mirasının Türkiye solu tarafından hakkıyla ele alınmadığı yönünde bir saptamada bulunmuştuk. Bu saptama baki kalmakla birlikte 1970’lerde yaşanan, Türkiye toplumunun kendi kaderine sahip çıkma iradesinin sol tarafından siyasallaştırılması ve halkın bu iradesinin faşist, paramiliter ‘sivil’ güçler ve zalim devlet geleneği tarafından ezilmesine karşı bir direnişin örgütlenebilmesinde Onun politik mirası etkili olmuştur. 1970’ler sol direniş geleneği bütün bileşenleriyle düşünüldüğünde THKP-C mirasçısı hareketlerin Türkiye solunun ana gövdesini oluşturdukları görülecektir. THKP-C programını ortodoks bir şekilde önüne koyan HDÖ (Halkın Devrimci Öncüleri ya da ilk bildirilerinden yola çıkarak adlandırıldıkları isimle Acilciler), Devrimci Kurtuluş, Marksist Leninist Silahlı Propaganda Birliği, Devrimci Savaş, Çayan Sempatizanları, Devrimci Sol silahlı mücadeleye dayalı kesif bir mücadele süreci içinde varlıklarını sürdürürken (Bu satırların yazarına göre devrimci şiddet rezervleri tamamen kurutulmuş bir devrimci hareket hâlâ mümkün değildir!); geçmişin mirasını eleştirel ve ileriye dönük tarzlarda yeniden almaya çalışan Devrimci Yol ve Kurtuluş gibi hareketler kitleselleşme sürecine girebilmişlerdir. Kurtuluş öne çıkarmaya çalıştığı işçi sınıfı vurgusu ile geleneksel sola daha yakın bir çizgiyi izlerken (Ancak geleneksel soldan radikal bir biçimde farklı olarak işçi demokrasisi, sosyalist demokrasi ve ulusal mesele hakkında radikal açılımlar getirerek); Devrimci Yol, Parti-Cephe’nin halkçı damarına daha yakın, hayatın her alanına dair örgütsel araçlar geliştirme yeteneğinde  bir kitlesel mücadele hattına oturabilmiştir.  Bu mirasın günümüzde ilk küme açısından (Başka bir deyişle ortodoks Çayanizm) sürdürülebilme imkanları iyice daralmıştır.

Bunun ötesinde eklenmesi gereken ‘farklı’ bir Mahir yorumu da bugün Kürt hareketinin sahip çıkmaya çalıştığı Mahir Çayan imgesi etrafında şekillenmiştir. 1982’de Eruh baskını ile başlatılan süreç bir çok yorumcu tarafından Mahir’in ‘öncü savaşı’ anlayışı çervesinde yorumlanmıştır. Bu önemli ölçüde sonuçları itibariyle yapılmış bir yorum olarak Kabul edilebilir. Elbette PKK’nin de özellikle 1990’lara doğru parti örgütlenmesini cephe örgütlenmesine doğru genişletme çabaları olmuştur, ve askeri önderlik ile siyasi önderliğin birliği ilkesi onlar içinde geçerli olmuştur. Son zamanlarda ilgili çevrelerin Mahir Çayan’ın Kürt meselesine bakışı(Sorunun Misak-ı Milli sınırları dahilinde çözümünün mümkün olmadığı vb.) ile ilgili yorumları ise aşırıdır ve önemli ölçüde tarihe yönelik bir duygusallığın izlerini taşımaktadır. Ancak hemen teslim edilmesi gerekir ki, Mahir Çayan’ın hem kuramsal ve hem de politik mirası Türkiye solu için açık bir kaynak özelliğinden yoksundur.

Bunun en önemli nedeni kavramsal katkılarının eleştirel bir analizi yerine onun öncü savaşı ve silahlı mücadele nosyonlarının merkeze alınması hatta Çayan’ın bunlara indirgenmesi olmuştur. Oysa Mahir Çayan’ın mirası popüler demokratik bir devrimci siyaset için gerekli ve yeniden keşfedilmeyi, icat edilmeyi bekleyen muazzam bir kavramsal zenginlik arzetmektedir.







* Yazı ilk kez Modern Türkiye'de Siyasi Düşünce Cilt 8 / Sol İletişim Yayınları'nda yayınlanmıştır.

Hiç yorum yok: